Kalbimden Yazıya Dökülenler

Neden sokakta özellikle trafikte kavga eden veya en ufak bir kaş göz hareketine sinirlenip tartışan insanlar görürüz? Sesler yükseldikçe yükselir, bir süre sonra iki tarafta sorsak niye tartıştınız, unuttular bile. Hiç bilmediğimiz yüzlerle haykıra haykıra çatışmak ne kolay değil mi, hiç farkettiniz mi? Peki her gün günaydın hayatım dediği eşini kaç kez affetti kadın sessizce, arkadaşın doğum gününü kutlamadı yine de kırılmaya hak gördün mü kendinde. Çok başka benim için kıymetli dediğin kaç insana çat pat haykırabildin, desteğine ihtiyacım var yanımda ol diyebildin. Öyle sokak ortasında magandalığa benzemiyor sevdiklerinle tartışmak mevzu bahis olunca. Söz söylenmiyor, dile dökülmüyor, yutulup içimize yara oluyor. Sen yeter ki kırılma, ben başa çıkarım içimde kalanlarla demenin yoludur susmak, zamana bırakmak. Oysa ki konuşmak değil ifade edemediğimiz duygular bizi güçsüz kılar, hasta eder. Bu yazı da, hayatın içinden, kalbimden yazıya dökülenler olacak.

salıncak ruhu

Salıncak Ruhu

Kim kaç yaşına gelirse gelsin salıncak görünce çocuklaşmaz ki. Yalnızken rastladığımız salıncakta kendi kendimize sallanabilirken yanımızda varsa bir el hadi beni salla der mahsunlaşmaz ki hayır diyemesin.

Şöyle güneşli bir yaz günü çıksak sokak röportajına, uzatsak mikrofonu ve salıncak kelimesini sorsak; ne hikayeler, ne anılar, ne duygular dökülür ortaya. Zengin yoksul, dil, din, ülke ayırt etmeksizin her çocuğun ortak oyun dilidir salıncak. Daha beşikten zihnimiz alışkın ve tanışıktır salınmaya ki uyku zorluğu çekerken nasıl da iyi gelir sallanmak ve ninni sesleri. Sonraları büyüdük anne olduk, doktor olduk, teyze olduk, ressam olduk ve yaşımızı paylaşmak istemediğimiz 30lu yaşlara geldik. Bir çoğumuz büyüttü içindeki çocuk kalan yanını ve unuttu salıncak sırası beklediği heyecanı. Bu kez zihnimdeki sorulara cevap ararken salıncak için parka koyuldum ve öyle iyi sakinleştiricim oldu ki o an. Ve dilime dolanan şöyle bir cümleyle döndüm eve; “Kontrol edemeyeceğin şeyler için endişelenmeyi bırak.”

kalpten kalbe

Koca koca hayallerim var evet ama hepsine tamamen ulaşmam gerekmezdi, ki bu denli yükleniş bedenime de ruhuma da eziyet ve acı getirmekten başka bir işe yaramaz ve beni bir arpa boyu yol ilerletemezdi. Parça parça ilerleyerek ve gün içi zaman dilimini de 15er dakikalara bölerek ekstra kendime zaman kazandırdım. Birinci 15 dakika: Ev halkından önce uyanmak. İkinci 15 dakika, ev halkı yattıktan sonra sıcak bir şeyler içme eşliğinde kitap okumak. Son 15 dakika etrafta görünen bir kaç temizlik, düzen işi ile kafamız rahat yatağa geçmek. Düşündüğünüzde 15 dakika ne ki diyeceksiniz ama uygulamaya geçince o 15 dakikanın çocukla veya kalabalık içinde 1saat çırpınmaktan çok daha verimli olduğunu farkedeceksiniz. Büyü dükkanına girdiğimiz üç tane 15 dakikalık lambamız var öyle hayal edin.  Zaman en değerli taşlardan yapılmış bir hırka her gün yeniden yeniden giydiğimiz. Ve hırkasının katman katman ceplerinde çiçek bahçeleri üzerinde gökyüzüne salınan salıncağı göremeden çıkarır hırkasını, veda eder dünyaya.

Kalbininin Sesini Aç, Bak Bizim Şarkımız Çalıyor

kalbimden yazıya dökülenler

Geldi mi şubat ayı ile birlikte romantik düşler aşka koşmalar ve yorgunluktan aşkını unutanlar.

Herkese yetip kendine zerre kırıntı bırakmayanlar, şöyle bir önem sırası listesi yapın desek en son sıralara kendini koyar ve hatta bazılarımız listeye kendini koymayı bile unuturuz. Bu ay köşene çekilip güç topla. Gizli köşemizde ruhumuzu bedenimizi dinlendirelim sevgili şubat ayında. Koşturmalara, veryansın ne olur bu işler bitmez akşama yemek yetişmezlere kulak tıkayıp kalbimizin sesini açalım ve son ses dinleyelim, bize eminim çok şey hatırlatacaktır. En başta hobilerimizi sevdiğimiz bir müziği ve en çok gittiğimiz mekanı belki de. Sahi neydi en sevdiğim renk!

Canfeda Yaşagör
Matematik Öğretmeni – Eğitim Koçu

Scroll to Top